Bitmeyen fırtınalarımız gelir, savurur, dağıtır ama biz her seferinde baş etme direnciyle fırtına pastamızı yaparız. Onlarsa tehlikenin eşiğinde yapılan o fırtına pastasının edebiyatın, sanatın ta kendisi olabileceğini hiç akıllarına getirmezler. Yok etmekle uğraşırlar ama sanatın, edebiyatın yok olmanın eşiğinde bile var olabileceğinin farkında değildirler.
İlham verici bir çocuk hikâyesi vardır: Bir kız çocuğu ile büyükannesi yaklaşmakta olan fırtınayı fark eder. Yaşadıkları evin kapılarına, pencerelerine tahtalar çakıp saklanmak yerine pasta yapmaya koyulurlar. Adına da fırtına pastası derler. Fırtınanın göbeğinde pasta yapmak kaç kişinin aklına gelir? Büyükanne, torununun tehlikenin eşiğinde yaşayacağı duygularla, korkularla nasıl mücadele edeceğini farklı bir yolla gösterir ona. Ne de olsa yaşadıkları yerde çoğunlukla alçak fırtına bulutları gezer, kuşlar yere yakın uçar, gökyüzü sıklıkla kükrer. Her seferinde yatağın altına saklanmaktansa en iyisi fırtına pastası yapmaktır.
Yaklaşmakta olan ve patlayan türlü fırtınaların ülkesinde yaşayan bizlere benzetirim bu büyükanne torunu. Bitmeyen fırtınalarımız gelir, savurur, dağıtır ama biz de tıpkı büyükannenin torununa göstermek istediği baş etme direnciyle kendi fırtına pastamızı yaparız her seferinde. Burada fırtınalar bitmek bilmediğinden hep yorgunuz ama fırtına pastamızı hazırlamadıkça da umuttan bahsedemeyeceğimizi biliyoruz. Derinleşmekten vazgeçersek de umudu koruyamayız. Çünkü umudu yok etmek isteyenler yalınkattır. Yüzeydedirler her daim. Onlar Sait Faik’in Lüzumsuz Adam’ıyla tanışmamışlar, Adnan Özyalçıner’in eski partal göğünün altındaki Panayır’a yollarını düşürmemişler, Sennur Sezer’in Gecekondu’sunu görmemişlerdir. Oktay Rifat gibi Bir Kadının Penceresinden bakmamışlar, Selim İleri’yle Dostlukların Son Günü’ne şahitlik etmemişlerdir. Onlar Birhan Keskin’in peşi sıra dolaşıp Kim Bağışlayacak Beni dememişler, Ayfer Tunç Dünya Ağrısı’na meylederken onun yanında olmamışlardır. Hele hele Zaven Biberyan’la Karıncaların Günbatımı’nda bir kez olsun buluşmamışlardır. Ne Nazlı Eray gibi Rüya Yolcusu’durlar ne Gülten Akın gibi Uzak Bir Kıyıda’dırlar. Behçet Çelik’in keşfettiği Gün Ortasında Arzu’yu bilmezler, Nahid Sırrı Örik’in Tersine Giden Yol’una girmeye cesaret edemezler.
Yıllar da geçse yüz yıllar da geçse onlar yalınkattır. Bu yüzden sanattan, edebiyattan şikâyetçi olurlar. Susturmaya, sesi kısmaya, okumaktan alıkoymaya çalışırlar, zevk için okumayı reddederler. Yalnızca kendi doğrularının tekrar edildiğini görmek isterler. Yok etmekle uğraşırlar ama sanatın, edebiyatın yok olmanın eşiğinde bile var olabileceğinin farkında değildirler. Tehlikenin eşiğinde yapılan o fırtına pastasının edebiyatın, sanatın ta kendisi olabileceğini hiç akıllarına getirmezler. Zaten onlar büyükanne ile torun olmak yerine yıkıp geçen fırtınaya benzemeyi tercih ederler. Birçok şeyi bilmedikleri gibi fırtınanın da doğasının gereğini yaptığını bilmezler, onu kendi kötülüklerinin simgesi yaparlar.
Ezberlenmiş öğretilerden, sloganlardan uzakta sanatı ve edebiyatı hayatın, yaşamlarımızın doğalı haline getirmeyi başardığımız gün, işte o gün başımıza gelecek güzelliklerin engellenemez olduğunu da bilmezler. Çünkü onlar John Berger’ın Beyaz Kuş denemesinden de bihaberdirler. “(…) Fırtına kendi kendini dindirir, deniz pis kül renginden masmaviye dönüşür. Kopan kayaların kenarında bir çiçek açar. Gecekondu mahallesinin üzerinden ay doğar. Bu çarpıcı örnekleri doğal koşulların ne kadar iç kapayıcı olduğunu vurgulamak için veriyorum. Günlük hayatımızdan daha birçok örnek düşünebiliriz. Nasıl karşılaşırsak karşılaşalım, güzellik her zaman kuraldışıdır, her zaman bir şeylere rağmen vardır.”
Yazıda bahsi geçen, Patricia Polacco’nun yazdığı Fırtına Pastası’nı Çınar Yayınları yayımlandı, Elif Şiir Şentekin dilimize çevirdi. John Berger’ın Beyaz Kuş adlı denemesi yazarın Hayvanlara Niçin Bakarız? kitabında yer alıyor. Deli Dolu’nun bastığı kitabı Cevat Çapan Türkçeleştirdi.
https://www.gazeteduvar.com.tr/firtina-gecer-sen-pastayi-hazirla-makale-1577198